'Her zaman radyo açık olurdu'

-
Aa
+
a
a
a

“İnsanlar üzerinden geçmediği zaman, acaba köprü düşünür mü?”

Sait Faik, tarihi Galata Köprüsü’nü anlattığı “Köprü” isimli şiirinde böyle söyler. Galata Köprüsü yıllardır Haliç kıyısında diğer yarısından uzak bekliyor. Geçtiğimiz akşamlardan birinde, bu bekleyişe, Peru’dan

büyüleyici bir ses, Susana Baca şarkılarıyla eşlik etti. Onun şarkılarıyla, köprü nerelere gitti bilmiyoruz ama, Haliç ve Galata köprülerinin arasında, Haliç suları, yıldızlı bir gökyüzü ve Susana Baca enfes bir görüntü oluşturuyordu. Peru çağdaş müziğinin en önemli seslerinden biri olan Baca, Koç Sanat’ın İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın işbirliği ile düzenlediği Latin Müzik Günleri’nin kapanış gecesinde, Rahmi Koç Müzesi’nde bir konser verdi.

Peru’da müzisyen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Susana Baca, uzun yıllardır geleneksel Peru şiirlerini, yine geleneksel Afro-Peru müzikleri ile birleştirdiği şarkılarını insanı büyüleyen güzel sesiyle yorumluyor. Baca tarihin, zamanın çarkları arasında yok olup gitmesini önlemek amacıyla, otantik melodileri, önemli ozanların şiirlerini müziğinin ana teması olarak kullanıyor. Bu çaba sanatçıyı, müzikal anlamda önemli bir yere taşıdığı gibi, dünya müziği adına önemli bir mücadelenin temellerini oluşturuyor. Susana Baca ile, konser sonrasında söyleştik:

Susana Baca gitar çalan babası ve dansçı olan annesi sayesinde çok küçük yaşlardan itibaren müzik dinleyerek, şarkı söyleyerek ve dans ederek büyümüş. Sanatçıya, usta rumba sanatçılarını, Perez Prado, Beny More gibi usta müzisyenleri radyodan dinleyerek geçirdiği bu çocukluk yıllarının kendi müziğini nasıl etkilediğini sorduk...

"Küçükken özellikle annem sürekli radyo dinlerdi. Özellikle Japon müziğini çok severdik ve dinlerdik. Evin içinde her zaman radyo açık olurdu. Evdeki herkes radyoya hayrandı, saatlerce başından kalkmadan müzik dinleyip dans ettiğimiz günler olurdu. O zamanlar ben de sürekli radyoda rumba, samba ustalarını, Latin müziklerini dinlerdim. Tabii ki bu birikim ve radyoya olan bağlılık benim ileriki yaşlarda hayatımı çok etkiledi. Müzik ve radyo ayrılmaz bir bütündür ve insanı her zaman farklı etkiler, adeta büyüler. Bu yılların elbette benim müzik hayatımı da derinden etkilemiştir.”

İspanyolca’da ‘recuperar’ terimi sadece yineleme, tekerrür etme anlamında değil, geleneksel değerlerin çağımızın ezici hızı altında yok olup gitmesini engelleme anlamında kullanılıyor. Müzik otoriteleri bu terimin tam anlamıyla Susana Baca’nın hayatı boyunca yürüttüğü çalışmalarının karşılığı olduğunu söylüyorlar. Baca’ysa müziğini şöyle değerlendiriyor...

“Peru’daki zenciler hep dışlanmıştır. Benim küçüklüğümde, aynı köklerden geliyor da olsak, Peru’da doğup büyümüş de olsak, diğer Perulular tarafından hep hor görülerek, reddedilerek büyüyordu çocuklar. Oradaki zenciler de Perulu ama, onların da kendilerine ait özel bir geçmişi var. Bu farklılığı çok küçük yaşlarda öğrendik Peru’da. Ben her zaman herkesin kendi geçmişine, gençliğine sahip çıkması gerektiğine inanıyorum. Acı ve zorlu bir gençlik dönemi yaşadım. Belki de bunların etkisi yüzünden, geçmişle bağımı asla koparmadan, geçmişin değerlerini yeniden su üstüne çıkarmayı amaçlıyorum şarkılarımla.Çünkü, önceden bilinmeyen sonradan ortaya çıkan ve kendisine sahip çıkılan bir tarihin yeniden değer kazanması çok güzel bir duygu.
Ve müzik bu iş için ideal bir araç. Müzik bir hissi aktarabilmek ve bir anıyı yeniden ortaya çıkarabilmek, canlandırabilmek için ideal bir araçtır, bunun için müzikten daha ideal bir başka araç olamaz.”

Susana Baca, repertuarında eski şarkılarla yenileri bir araya getirmesi üzerine...

“Sanırım köklerime çok iyi yerleştiğimden dolayı, kökleri iyi bildiğimden ve köklerimin beni götürdüğü yere kadar gittiğimden dolayı yaptığım her hareket bu köklerden etkileniyor. Köklerimin izini taşıyor. Repertuarımda yer alan eski ve çağdaş şarkılar da bu etki ile bir araya geliyor ve iç içe geçiyor. Ben hem büyükbabalarımızın, büyükannelerimizin çaldığı, söylediği eski şarkıları söylüyorum, hem de daha kozmopolit, kent yaşantısı içinde olgunlaşan şarkılar söylüyorum. Bu ikiliyi doğru bir biçimde yan yana getirmek, tamamen sizin hayatla olan ilişkinizle, köklerinizle kurduğunuz bağla ilgili...”

Dünyanın pek çok farklı bölgesinde konserler veren Baca, nereye giderse gitsin, dillerini hiç bilmese bile, tüm dinleyenleriyle iletişim kuruyor ve sahneden indiğinde tüm izleyenler büyülenmişçesine kıpırdamadan onun tekrar sahneye çıkmasını bekliyor. Bu iletişimin özü, sanatçıya göre...

“Bu işin sırrı sanırım dürüstlükte. Çünkü şarkı söylerken ya da müzisyenler enstrümanlarını çalarken, içlerindeki aşkı, hissi özgürce dışarı bırakıyorlar ve bu duygu rahatça ve hiçbir engele takılmadan sahneye taşıyor. Başka türlü müzik yapmanın olanağı yoktur zaten. İzleyici ve sanatçı arasında iletişimde böylece kuruluyor. Kendiliğinden, doğal bir biçimde ve en etkili bir biçimde. Çünkü müzik satın alınabilecek bir meta değil, sadece paylaşılabilir. Birlikte şarkılar söylenebilir. İzleyicilerde bu içtenliği anında algılıyorlar ve onlar da kendilerini özgürce ifade etmek için duygularının içlerinden dolup dışarı taşmasına izin veriyorlar. Böylece karşılıklı bir etkileşim ve harika bir birliktelik doğuyor.”